Hastalıkların Teşhisinde Cinsiyet Eşitsizliği: Polikistik Over Sendromu
Sabahları karın ağrısıyla uyanıyorsun, regl döngün bir süredir düzensiz, yüzünde artan tüylenme dikkatini çekiyor ve ne yaparsan yap kilonu kontrol etmekte zorlanıyorsun… Sonunda doktora gittiğinde ise çoğu zaman şu cümleyle karşılaşıyorsun: “Bunların hepsi stresten oluyor.”
Oysa bu semptomlar, Polikistik Over Sendromu (PKOS) gibi ciddi bir hormonal bozukluğun işaretleri olabilir. Ne yazık ki kadın sağlığı söz konusu olduğunda, bu ‘’normallik’’ sınırı, genellikle hastalıkların perdelenmesine sebep olabiliyor. Peki ama neden kadın hastalıklarını teşhis etmek bu kadar zor?
Kadın Hastalıklarının Teşhisinde Neden Bu Kadar Gerideyiz?
Tıp tarihi boyunca kadın bedeni, çoğu zaman “norm dışı” ya da “karmaşık” olarak tanımlandı. Kadınların yaşadığı belirtiler, yüzyıllar boyunca ya abartılı olarak yorumlandı ya da psikolojik etkenlerle açıklanmaya çalışıldı. Bu köklü önyargıların, ne yazık ki günümüzde bile bazı tıbbi yaklaşımlarda etkisini sürdürdüğünü görüyoruz. Kadınlar, kendi bedenlerinde olup biteni anlatırken daha fazla açıklama yapmak ya da kendilerini “kanıtlamak” zorunda kalabiliyor.
Klinik Araştırmalarda Cinsiyet Eşitsizliğinin Nedenleri
Uzun yıllar boyunca tıp araştırmalarında deneklerin büyük çoğunluğu erkeklerden oluşuyordu. Kadınların hormonal döngüsünün “fazla karmaşık” ve “çalışmaları bozabilecek kadar değişken” olduğu düşünülüyordu. Bu yaklaşım, zaman içinde standart bir araştırma pratiğine dönüştü. Ancak bu tercih, kadın sağlığı açısından ciddi sonuçlar doğurdu. Monash Üniversitesi’nde halk sağlığı araştırmacısı olan Dr. Kate Young’ın bulguları, kadınlar için geliştirildiğini düşündüğümüz birçok ilacın ve tedavinin aslında erkek bedenine göre test edilip şekillendirildiğini gösteriyor.
Gerçek Ağrılar, Hayali Teşhisler: Tanı Sürecindeki Önyargılar
Aslında günümüzde de durum pek farklı değil. Kadınlar, şikayetlerini tanımlarken çoğunlukla ‘’abartılı’’ bulunuyor. Özellikle ağrı, yorgunluk, ruh hali değişimleri gibi subjektif semptomlar söz konusu olduğunda, bu şikayetler kolayca psikolojik etiketlere indirgenebiliyor. Kimi zaman “stresten”, kimi zaman “hormonlardan” denilip geçiliyor. Hatta bazı kadınlar, “histerik” damgasına maruz kalmamak için yaşadıklarını küçültmeye, hatta tamamen bastırmaya çalışabiliyor.
Tanının gecikmesi ise yalnızca duygusal değil, fiziksel olarak da ciddi sonuçlar doğurabiliyor. Tedaviye geç başlanması, hastalığın ilerlemesi, yaşam kalitesinin düşmesi… Hepsi birer zincirleme etki. Özellikle Polikistik Over Sendromu (PKOS) gibi zamanla doğurganlığı etkileyebilen ve metabolik hastalıklara zemin hazırlayabilen durumlarda, bu gecikmelerin sonuçları oldukça ağır olabiliyor.
PKOS Tanısı Almak Neden Bu Kadar Zor?
PKOS, üreme çağındaki kadınlarda en sık görülen hormonal bozukluklardan biri. Genellikle yumurtalıklarda çok sayıda küçük kist oluşumu ile tanımlansa da, her vakada bu kistlere rastlanmayabiliyor. Regl düzensizliği, tüylenme, sivilcelenme, kilo alma, insülin direnci ve hatta depresyon ise görülebilen semptomlardan bazıları.
PKOS’un teşhis sürecini karmaşıklaştıran en temel etken, hastalığın herkeste farklı şekillerde seyretmesi. Bir kadında regl düzensizliğiyle kendini gösterirken, bir diğerinde insülin direnci veya yoğun akne şikayetleriyle öne çıkabiliyor.
Hastalığın tanı aşamasındaki en kritik konulardan biri ise diğer hastalıklarla karıştırılma riski. PKOS’un belirtileri; tiroid bozuklukları, endometriozis ya da hiperprolaktinemi gibi başka hastalıklarla da benzerlik gösterebiliyor. Bu da zaman zaman yanlış ya da eksik teşhislere yol açabiliyor.
Daha da çarpıcı olanı, PKOS doğurganlık çağındaki kadınların yaklaşık %6 ila %19’unu etkilemesine rağmen, hala yeterince araştırılmış bir hastalık değil. Erkeklerde görülen hastalıklara oranla, PKOS üzerine yapılan bilimsel çalışmaların, klinik denemelerin ve ayrılan bütçenin oldukça sınırlı olduğu görülüyor. Bu nedenle tedaviye yönelik net ve kalıcı çözümler de geliştirilemiyor.
Tedavi Standartlarının Eksikliği
Bugün hala PKOS’un “kesin” bir tedavisi bulunmuyor. Uygulanan yöntemler genellikle semptomları bastırmaya odaklanıyor. Üstelik bu tedavi yaklaşımları kişiye özel de olmuyor. Yani herkes için aynı ilaç, aynı diyet, aynı egzersiz reçetesi veriliyor. Oysa her kadının bedeni, ihtiyaçları ve yaşadığı zorlukların bambaşka olduğunu fark etmemiz ve kendimize hatırlatmamız gerekiyor. Bu nedenle PKOS’la yaşarken güvendiğin bir doktorla birlikte ilerlemek, beslenme ve uyku düzenine dikkat etmek, kendini daha iyi hissetmenin ilk adımları olabilir.
Üstelik PKOS sadece fiziksel değil, ruhsal bir yük de taşıyor. Regl düzensizlikleri doğurganlıkla ilgili kaygılara yol açabiliyor; insülin direnci kilo kontrolünü zorlaştırırken, bedensel değişimler özgüven kaybına yol açabiliyor. Kişinin PKOS tanısı almış diğer insanlarla iletişimde olması ve yalnız olmadığını hissetmesi bu etkilerin seviyesini biraz daha düşürüyor. Bu sebeple, PKOS konusunda konuşmak ve deneyimleri paylaşmak çok değerli oluyor.
Kadın Sağlığı İçin Daha Fazlası Mümkün mü?
Cevabımız kesinlikle evet! Ancak bunun için ilk adımın sistemdeki boşlukları anlamak olduğunu düşünüyoruz. Böylece toplumsal cinsiyet temelli tıbbın gelişmesi için yapılan çalışmalara katkı sağlayabilir; kadın bedenini merkeze alan ve hormonal döngüleri inceleyen araştırmalar yapılması için gerekli zemini oluşturabiliriz. Bizce bu sadece kadınların değil, tıbbın gelişimi için de oldukça önemli.
Kadın sağlığının bir ayrıcalık değil, temel bir hak olduğunu hatırlamamız gerekiyor. Burada kadınların kendi bedenlerini dinlemeleri, seslerini duyurmaları ve hak ettikleri tıbbi ilgiyi talep etmeleri bu konudaki önemli adımlardan bazıları. Bu davranışların yanında modern hayatla gelişen yapay zeka destekli tanı araçları, yeni biyobelirteçler ve genetik temelli kişisel tedavi yaklaşımları da geleceğe umutla bakmamızı sağlıyor.
Kısacası, kadınların bir hastalık konusunda tanı alması hala zor olsa da değişimin gerçekleşmesi için hepimizin adım atması gerekiyor. Çünkü hep beraber, hepimiz için! ♥️