#ÇizgiyiKaldıranlar: Uzay

 
Jiahow Peng

Jiahow Peng

 
 

#ÇizgiyiKaldıranlar:

Hemen hepimiz, gündelik hayatlarımızda aldığımız kararlarla, kendimizi birçok “çizgiyi kaldırır” veya yeniden çizer bulabiliyoruz. Kendimiz için yarattığımız alanlar, başkalarının başarı tanımına uymayan başarılarımız, üzerimize yapışmış olabilecek sıfatlardan sıyrılışımızve çok daha fazlasıyla, kendi benliğimizi ortaya çıkarmaya; “öz”ümüze dönmeye çalışıyoruz.

#ÇizgiyiKaldıranlar serimizde; kendi hayatında yeniden çizmek isteyebileceğin  sınırları fark etmene yardımcı, aşmanın zor gibi gözüktüğü engelleri aşmanda ilham ve seni sınırladığını hissettiğin çizgileri kaldırman için ihtiyacın olabilecek gücü verebilecek  birbirinden farklı hayatlardan, farklı farklı hikayelerle geliyoruz.

Kendimizi keşfetme ve tanıma yolculuğunda yalnız olmadığımızı hatırlatmaları dileğiyle…

.

Not: #ÇizgiyiKaldıranlar serisi kapsamında bahsi geçen hiçbir konu veya bilgi, herhangi profesyonel veya başka türlü bir öneri, fikir, tavsiye, tanı/teşhis veya tedavi amacı gütmez. Okuduğun konular arasında merak ettiklerin, kendinle veya bahsi geçen durumlarla ilgili öğrenmek istediklerin için BEIJE; her zaman ve mutlaka bir uzmana danışılmasını önerir. 

 

 

#ÇizgiyiKaldıranlar 01: UZAY

Uzay 26 yaşında. Kendisi, hayatındaki en büyük çizgilerden birini kaldırarak; kendi benliğini tekrar oluşturmuş, adeta yeniden doğmuş bir birey. 

Uzay’la kendisini keşfetme sürecini, bu süreçte verdiği mücadeleleri kendi tanımlamalarını ve hem kendisiyle hem de yeni hayatıyla tanışışını konuştuk.

Senin de kendisiyle tanışmanı heyecanla bekliyoruz.

Keyifli okumalar!

 

 

1 Keşif

Naz (BEIJE Ekip): Öncelikle çok sağol. İnanılmaz önemli bir konu. Bununla ilgili ne kadar az kaynak olduğunu gördüm. Gerçi bu çoğu konu için böyle de… 

Biz içerik üretirken bile regl konusuyla ilgili güvenilir Türkçe kaynağa ulaşmakta zorluk çekiyoruz. Özellikle senin konunla ilgili Türkçe kaynak yok gibi bir şey. Biz çok heyecanlıyız. Sen nasıl hissediyorsun?

Uzay: Ben de çok heyecanlıyım. Umarım güzel olur. Yani güzel bir şeylere vesile olur. Ben de çok zorlandım bu sürecin başında. Gerçekten kaynak yok çünkü.


N: Biraz kendini tanıtmak ister misin? Uzay kim?

U: Uzay; yeniden var olmaya çalışan, sıfırdan başlayan ve bütün maneviyatıyla hayatı yeniden keşfeden, sanki yeniden doğmuş gibi hisseden biri. Yeni bir oluşumda hissediyorum kendimi. Son üç yıldır böyle diyebilirim yani. Ondan önce de çok güzel tecrübelerim var tabii ama son üç yıldır kendim olabildiğim, dünyevi zevkleri gerçek bir biçimde tattığım, bir şeylerin değerini daha çok anladığım bir dönemdeyim. 


N: Peki, o zaman şöyle başlayalım mı? Sen, “öncesi” diye bir ayrım yaptığın için söylüyorum bunu. Öncesinden sonrasına geçiş nasıl oldu? Sen nasıl ayırıyorsun öncesiyle sonrasını? Senin kafanda o ayrım nerede ve sen “ben bu değilim” dediğinde kaç yaşındaydın? Nasıl farkına vardın? Biraz onları anlatabilir misin?

U: Şöyle: Her zaman farklı biri olduğumu biliyordum. Yani çocukken de bunu hissedebiliyordum. Ama bunu her zaman adlandırmak kolay olmuyor. Ne terimleri biliyorsunuz zaten, ne de bu bilgi birikimde oluyorsunuz. 

İlk lisede fark ettim, ama ondan önce ilkokulda da “erkek gibi kız çocuğu”, “erkek fatma” diye adlandırılan biriydim. Bunun “normal” olduğunu düşünüyordum. “Babasının kızı; futbol oynar, maç izler, kavga eder...” Böyle biriydim işte. Bunun “normal” olmadığını, aslında “farklı” biri olduğumu, lisede kız arkadaşlarım genelde sevgili muhabbetleri, makyaj muhabbetleri falan yaptığında anladım. Dedim ki; “Bende neden bu tarz bir enerji yok?” 

Erkek arkadaşlarını anlatıyorlar. Bende hiç bir şey uyandırmıyor, aksine saçma geliyor. Dinliyorum; çok da iyi tavsiye veriyorum, bunlarda hiçbir sıkıntı yok. “Ben hiçbir zaman evlenemeyeceğim sanırım, ya da hiçbir erkekten hoşlanamayacağım” diye düşünüyordum. Bir “tuhaflık” vardı. Bunu idrak etmem de saçma bir şekilde şöyle oldu; 

16 yaşında Facebook’ta sahte bir erkek profili açtım. Yakışıklı olduğunu düşündüğüm birinin fotoğraflarını koydum. O hesapla rastgele birileriyle tanışmaya başladım. Orada sanaldan bir kadınla uzun süreli bir ilişkim oldu. O zamanlar “story” falan yok. Fotoğraf istediğinde eski fotoğraflardan atıyordum. Gerçekten iki yıl falan sürdü. İki yıl boyunca kandırdım o kişiyi.


N: Aynı şehirde yaşamıyordunuz herhalde?

U: Aynı şehirde yaşıyorduk. Ben ne sesimden dolayı arayabiliyor ne de görüşebiliyordum.


N: Peki hiç görüşmek istemedi mi?

U: İstedi, ama kaçıyordum sürekli.O olaydan sonra kimseyle de paylaşamadım. Dedim “delirdim herhalde ben.Bir psikoloğa gideyim.” O kadar yanlış bir psikoloğa gittim ki…

Bana “Sen bipolarsın, izlediğin dizi ve filmlerde kalmışsın” dedi.  O kadar kötüydü ki. Sonra bir daha psikologlara hiç gitmek istemedim.


N: Haklı olarak…

U: Sonrasında ise şöyle olmuştu; hayatımda hiç cinsellikle ilgili bir şey deneyimlememiştim. Ne bir kadınla ne de bir erkekle. İçimden hiç böyle bir arzu gelmiyordu. Aseksüel kelimesini de bilmediğim için onu da diyemiyordum kendime. Ve bunu da hiç sorgulamıyordum. İşin absürt tarafı da bu. Bir terimlere bak araştır, sen kimsin diye. Böyle bir arayışım da yok. Sadece şeyi söylüyorum; “Ben onunla mesajlaşmayı seviyorum, o bir kadın.” Ama kendime erkek de diyemiyorum. Herhalde hoşuma gidiyor, çocuğum falan diye düşünüyordum. 

Sonra da dedim ki; “Ben kadınlardan hoşlanıyorum.” Daha sonra cesaret ettim ve gerçek kimliğimle kadınlarla konuşmaya başladım. Ama henüz translık gibi bir durum söz konusu da değil. Kendimi biseksüel olarak tanımladım önce, ama deneyimlerle birlikte biseksüel olmadığımı anladım. Cinsellik konusunda da rahat değildim. Sonra zaman geçti. Ben de bir sürü insanla tanıştım.


N: Ne kadar zaman geçiyor burada?

U: Üniversitenin ilk senesi falandı. Ben çok geç açıldım. Üniversitenin ilk senesinde trans bir erkekle tanıştım, trans olduğunu anlamadım ama. “Bir arkadaşımın arkadaşı” diye biliyorum. Bana deneyimlerini anlatıyor; nasıl bir süreçten geçtiğini falan… Benim kafamda bir şeyler açılıyor. “Böyle bir şey gerçek olabilir mi ya” diye düşünüyorum. Bunu Türkiye’de yapan birkaç insan var gibi düşünüyorum çünkü. O da diyor ki; “Bunun bir süreci var, kendinle ilgili bir şeyler düşünüyorsan, git konuş.” Ben, öyle öyle bir şeyleri fark ediyorum ve kendimi “trans erkek” olarak tanımlamaya başlıyorum. 

Ama sadece ben kendimi öyle tanımlıyorum.


N: Bu sırada araştırıyor musun bu kavramları?

U: Araştırmaya başladım. Aslında o kadar belirgin olaylar vardı ki…


N: Ne gibi olaylar?

U: Mesela, ilkokulda falan yakın olduğum kız arkadaşlarımdan aslında hoşlanmışım. Ya da işte evcilik oynarken sürekli baba oluyorum. Ama sürekli. Bunu “bir baba lazım, o da benim.” düşüncesiyle yapıyorum. 

Sokağa çıkıyoruz çocuğuz daha, kız arkadaşlarımın anneleri benim için; “O varsa seni yollarım” diyor. Sürekli bir koruma içgüdüsü var içimde. Erkeklerle oynamak falan “bariz” yargılar değil kesinlikle, ama “sıradan bir kız çocuğu” gibi de değildim. Olmak zorunda da değildim, orası ayrı konu. İstediğim şey de o yönde değildi.


N: Annen - baban/evdeki kişiler sendeki o “farklılığı” hissettiler mi? Sonradan konuştunuz mu?

U: İlla hissetmişlerdir bence. Babamla annem ben 13 yaşındayken ayrıldılar. Ondan önce babam hep beni erkek çocuğu gibi büyüttü. Bunu çok net bir şekilde söyleyebilirim. “Babasının kızı” tabirini yaşadım. Annem hep diyordu ki; “Bu kızı böyle yetiştirme, maçlara götürme”; babam da “ee, istiyor napayım” modundaydı. Sonra ayrıldılar. O süreçte beni etkileyen şeyler oldu.

Kötü bir ayrılıktı. Şiddet, kavga, gürültü... Her şey vardı. Ben anneme karşı çok hassastım. “Para kazanmam lazım, annemin başına bir şey gelmemesi lazım” düşüncesindeydim. Babamı, tüm hayatı karşıma alabilirdim.


N: Çok küçükmüşsün…

U: Evet çok küçüktüm. Ben ergenlik yaşamadım diyebiliyorum. Ergenliğimi şu anda yaşıyorum. Hormonların da etkisi vardır tabii. O dönemde kendime çok yönelemedim. Sürekli annemi düşünüyordum. Annemin de hep kafasında kurduğu bir “kız çocuğu” hayali vardı. Bunu çok sonra -ben açıldıktan sonra- konuştuk, ama bana hiç “ilişkin var mı? Erkek arkadaşın var mı?” gibi sorular sormazdı. Arkadaş gibiydik ama bunları sormadı. Ne beni etek giymeye zorlardı ne de başka bir şeye. “Bu böyle bir çocuk” deyip geçti. 

Açıldıktan sonra da; “bekliyordum zaten” dedi. 


N: Zamanında kendin bile tam kavrayamadığın için kimseyle konuşmuyorsun diye düşündüm ama sonrasında konuştuğun birileri var mıydı?

U: Evet, vardı. İlk olarak kendimi kabul ettim ve şunu fark ettim: Ben aslında kendi bilincimin net bir şekilde hatırladığı evreden itibaren, kendi kendime konuşurken (“oğlum/kızım bunu yapma” deriz ya, öyle konuşurken) kullandığım o iç sesimin hep erkek olduğunu fark ettim.


N: Çok ilginç bir şey bu.

U: Ben kendi iç sesimi erkek sanıyordum. Kendimi dışarıdan erkek çocuğu gibi görüyordum. Aynaya baktığımdaki görüntüyle, benim gördüğüm hiç aynı değildi zaten. Bunu kendim de iyice kabullendim. 

Çok yakın bir arkadaşım var. O da şimdi süreci tamamladı. Erkek profili açıp, bir kadınla sanal ortamdan ilişki yaşamıştım. Bunu ona anlattım. “Ben bir kadınla ilişki yaşadım, bunu sanaldan yaşadım. Eşcinsel olduğumu düşünmüyorum, yanımda ol” dedim. 

Dedi ki “Ben de öyleyim herhalde.” Biz birlikte sürece başlama kararı aldık. Aynı anda başladık, aynı anda bitirdik. En büyük şansım buydu sanırım. 


N: İstesen olamayacak bir şey belki de...

U: Sürekli onunla konuştuk, dertleştik. Onun ailesi daha sıkıydı. Babası sertti. Bende baba yoktu. Annemle babam ayrıldıktan sonra, babamla hiç görüşmedim. Kendimi kabullendikten ve yakın arkadaşıma söyledikten sonra, birkaç tane daha arkadaşıma anlattım. İlk söylerken; “söylemesem mi? Ne hissederler? Birlikte uyuyoruz, ne düşünürler?” gibi şeyler hissettim. Söylerken ilk cümlemi hatırlıyorum: “Beni n’olur yanlış tanımayın, ben hala aynı kişiyim. Böyle bir durum var. Kararınıza saygı duyuyorum ve ne olursa olsun sizi çok seviyorum.” 

Bir iki tanesi uzaklaştı, geri kalanlarıyla hala görüşüyorum.

N: Uzaklaşanlar bir şey dediler mi? Yoksa birden mi uzaklaştılar?

U: Zamanla azalarak bitti. Görüşmeyi azaltarak bitirdik yani.

 


 

2 Tanımlama

N: Peki, okul nasıldı? Lise ya da daha öncesi? Biliyorsun regl bile konuşulmuyor. Beden eğitimi dersi nasıldı mesela? Kendi aranızda espri falan yapılıyor muydu?

U: İlkokulu hayal meyal hatırlıyorum, ama ortaokul ve lise travmatikti. Soyunma odasında topluca giyinilirdi ya, ben hep evden giyinip giderdim. Her beden eğitimi dersinde önceden bir fırça yerdim. Kızların yanında giyinmiyordum. Külotlu çorabı çıkarmak falan… Onlara hiç girmiyordum. Neden yaptığımı da bilmediğim için; “onların vücudu güzel, benimki değil” gibi yorumluyordum. Tabii böyle değilmiş. Rahat hissetmiyormuşum çünkü. Ben genel olarak hep erkek arkadaşları olan ve dışlanan tiplemeydim yani.


N: Zaten ergenlik, lise çok zor dönemler. En “normal” çocuk olsan bile zor. Senin için düşünemiyorum bile bu katmanları da üstüne eklediğinde... Bir de tabii ki insanın yaşadığı tecrübeyi anlatabilmesi için de kendine anlatması, kendisiyle konuşması gerekiyor. İnsanın bir sözlüğü olması gerekiyor gibi. Sen anlattıkça ben öyle hissettim. Kendi düşüncemi sana yansıtmayayım ama sen ne hissettin?

U: Yok yok, haklısın. Yani, kendimi suçladığım dönemler oldu. Zaten 3-5 arkadaşım dışında çok arkadaş canlısı biri değildim. Şu anda da öyleyim gerçi, bunu translık sürecine yormayayım. Daha içine kapanık ve asosyal olmam bununla ilgili. Sadece yakın çevremin yanında kendim gibi davranıyordum. Translık sürecinde de kendimi ve ailemi suçladığım dönemler oldu. “Belki baban kötü bir figürdü, bunun tersini yapmaya yönelik bir profil mi kazandın? Annen çok fedakarlık yaptı, onu koruma içgüdüsüyle buna mı yöneldin?” gibi sorular sordum. Ama böyle değilmiş. 

Cinsiyet uyum süreci o kadar değişik bir süreç ki; dış faktörlerin etkisi olmuyor bir süre sonra. Bir noktada artık dayanamıyorsun, “tak” ediyor. Kendini tanımlamaya ve kabul ettirmeye başlıyorsun.


N: Bilinçlenmeye başladığında hangi kaynaklara başvurdun, nerelerde araştırdın? 

U: Hiçbir yere. Hiçbir yer yok çünkü. O trans erkek arkadaşımla tanışmasaydım, böyle yaşar giderdim. Hayat, karşıma şans eseri birkaç insan çıkardı. Hep ona sordum sorularımı. Verdiği cevaplar da her zaman doğru değildi. O da zor bir süreçteydi... 

Facebook’ta bir grup vardı trans erkeklerin toplandığı. Orada doktor, ameliyat, iğne gibi konular konuşuluyordu. Fikir alışverişlerinin yapıldığı bir grup… Ama zaten benim böyle bir grubu bulmam için de oradan biriyle tanışmam gerekiyordu. Önce o gruba üye oldum. Daha sonra kullanılan iğneyi öğrendim bir şekilde. Bu iğneyi alabilmek için reçetenin olması gerekiyor. Terapi alıyorsun önce, ondan sonra hormon terapisine başlıyorsun. 

Ben bu iğneye doktor kontrolü dışında başladım. Arkadaşım; “Dayanamıyorsan başla iğneye, ben kendi reçetemle alırım sana iğneyi” dedi. Ben öyle başlamıştım yani,çünkü süreç çok yavaş ilerliyor. Bir iğneye başlamak için bir sene falan geçmesi lazım. Bu bir sene sağlıklı, rayında ilerleyen bir sene olsa hiç sıkıntı yok, ama hiçbir ilerleme kaydetmediğin bir sene de olabilir. O yüzden direkt başladım, başladıktan sonra Cerrahpaşa’dan randevu aldım. O zamanlar süreç sadece Cerrahpaşa’daydı. Şu an birkaç hastanede daha var. Gittim; “Ben iğne kullanmaya başladım, böyle böyle bir durum var” dedim. Depresyon testi yaptılar sadece, onu cevapladım. “Tamam, sen zaten başlamışsın, ayda bir kere seni göreceğim” dedi doktor, ama kendisini bir daha göremedim. Sürekli asistanlarıyla görüştüm. Bu süreç hala da böyledir muhtemelen. 


N: Boğazın ağrıdığında bile bir sürü test yapıyorlar...

U: Yok, sadece; “İntihara meyilli misin? Kadınlardan mı hoşlanıyorsun? Erkek çocuklarıyla mı oynardın?” gibi 1-2 tane bu tarz soruların olduğu ayrı test yapıldı. Biri “Beck Depresyon Ölçeği” idi, diğerini hatırlamıyorum. İstesen farklı cevaplar da verirsin... Ne için gittiğin çok belli sonuçta. 5 yaşında çocuk bile istiyorsa tik atar istediği yere. Hala öyle bu arada. O kadar bıkmışlar ki doktor sadece geliyor, bakıyor çok ciddi bir rahatsızlığı yoksa başlatıyor -bunu tek seferde anlıyor mudur onu da bilmiyorum ama- benim çoğu tanıdığım öyleydi. Bende de öyle oldu. Direkt başlattı hormon tedavisine. “İyi misin? Nasıl hissediyorsun?” gibi sorular sormadı.


N: Halk arasında “trans” dendiğinde çok ikili bir şeymiş gibi anlaşılıyor. Ya süreci tamamlamışsın ya hiç başlamamışsın gibi bir ayrım var. Aslında tabii ki onun kademe kademe, bir sürü katmanı var. İngilizcede “transitioning” deniliyor. Bizde de “geçiş süreci” mi deniliyor? Doğru tabiri bu mu?

U: Uyumlama süreci, geçiş süreci deniliyor. Doğru. 


N: “Süreç,” bana daha kapsamlı ve doğru bir anlatım şekliymiş gibi geliyor. Süreç kelimesi hakkında ne düşünüyorsun ve kendini bu “süreç”te nerede görüyorsun? 

U: Açılma, aileye kabul ettirme şeklinde yaşadım açıkçası. Çevremdeki örnekler de böyle oldu. Bence genelde de böyle oluyor. Toplumda tek başına değilsen, yani aileden bağımsız değilsen bu şekilde yaşanıyor. Önce kendini kabul ediyorsun, sonra eğer birlikte yaşadığın birileri varsa -ki bu genelde aile oluyor- ailene kendini aktarıyorsun, onlardan kabul görüyorsun, sonra sürece başlıyorsun. Sonra kimlik için bir sürü mahkeme sürecine başlıyorsun…

En sonunda artık istersen eğer penis ameliyatı oluyorsun. Ameliyatı olmasan da o kimliği veriyorlar zaten. Ama o evreye gelene kadar meme ve üreme organlarının alınması ameliyatlarını olman gerekiyor. Penis ameliyatı şart değil. Bir ara şarttı bu arada. 

Hatta şöyle örnekler var, heyete (birkaç tane doktor toplaşıyor) çıkıyorsun, senin penis ameliyatı olup olmadığına bakıyorlar. Benin en çok korktuğum şeydi, neyse ki bakmadılar.


N: Ne diyorsun…

U: Evet, bunu yaşayan insanlar da var. Sürekli davası düşen, geri dava açan… Tamamiyle yasa önünde; “Sen üreme organlarını aldırıyorsun. Artık kadın mısın değil misin” mantığı sorgulanıyor. Üreme organın yok, doğurmuyorsun. Penisin var ama… Yasada bu yazıyordu bu arada. Benim aldığım sene değiştirildi. Sadece üreme organlarını aldırman yeterli gibi bir yasa geldi. Ama hakimler bu konuda çok “şey” değiller... Bu kadar ameliyat oluyorsun, üstüne süreci tamamlıyorsun, üstüne terapi alıyorsun. Hala diyorlar ki “Penis ameliyatı olmadın mı?” Gerek var mı ya buna?


N: Ameliyat olmazsan, hakimin “vermiyorum kimliğini” deme yetkisi var mı?

U: Raporlara bakıyor. Eğer raporlarda/ameliyatlarda yazmıyorsa -çünkü her şey açık açık yazıyor- vermeme yetkisi vardı. Şu an yok diye biliyorum.


N: Ne zaman değişti bu?

U: 2018 olması lazım. Aldığım sene çok zorlandım zaten. Benimle birlikte başlayan ve penis ameliyatı olmadığı için kimlik alamayan çok arkadaşım vardı. Ben iyi bir hakime denk geldim. Biraz zihni açık gününe denk geldim belki de çünkü vermiyorlar genelde.


N: Bu heyet kim peki?

U: Esas sürecin geçtiği bir tane hastane oluyor. Sürece orada başlıyorsun ve orada bitirmen gerekiyor. Ameliyatları o hastane yapmasa da olur ama her ameliyatın ardından başladığın hastaneye raporları götürüyorsun. Onlar da mahkemeye kağıtları ve evrak işlerini iletiyor. Benim başladığım dönemde sadece Cerrahpaşa vardı. Orada da bir kişinin imzasından geçiyordu her şey.

Hastanede psikolog, jinekolog, ürologdan oluşan bir heyet var. Hepsinden muayene olup evrak topluyorsun ki bu arada bu da çok sıkıntılı bir süreçti. Sekiz tane doktora git, onları bir devlet hastanesinde sürekli yakalamaya çalış... Cerrahlar sürekli ameliyatta oluyor. Bir tane imza için kaç gün bekliyorsun, her yerini açıp muayene ediyorlar - gerçekten her yerini açıyorlar bu arada- rapor yazıyorlar, inceliyorlar. Seni bir laboratuvar faresiymişsin gibi “eşeliyorlar.” Sen raporu baştaki doktora götürüyorsun ve o da mahkemeye yolluyor.


N: Heyet bu raporlarla yetinmiyor mu?

U: Yetmiyorsa seni baştan hastaneye yolluyor. “Yeterli ameliyatları olmamış” diyor. Sana bakıyorlar; “olmamış” diyorlar. Sana tekrar bir ameliyat izni çıkarıyor, gidip o penis ameliyatını olman gerekiyor veya her şeyi boş verip, davayı kapatıp başka bir hakime düşmek için yeniden dava açıyorsun. O ameliyatı olmadan alanlar da var. Ben de öyleyim. Bunu olmak zorunda değiliz zaten. Çünkü ne tam sağlıklı koşullarda yapılıyor, ne de bir garantisi var. Ameliyatta ölenler var bu arada. Çok zor bir ameliyat, ben de olmak zorunda değilim. Diğer bütün ameliyatları tamamlamışım zaten (onların da bazıları gerekli değil ama..). Öyle olunca baştan sürekli dava açıyorsun, başka bir hakim onaylayıncaya kadar uğraşıyorsun sürekli.


N: Ne kadar sürüyor peki bu dava süreci?

U: Nereden baksan en az iki buçuk sene. Benim üç sene sürdü.


N: Ne?! Ne diyorsun Uzay...Dava düştü mesela, bir üç sene daha mı sürüyor?

U: Yok, üç sene sürmez. Dava düştükten sonra maksimum bir sene falan sürer. Çünkü, sonrasında sadece ameliyat ve dava gibi bir süreç oluyor. İlk başvuruda 6 ay terapi süreci, 6 aydan sonra mahkemeye kağıt gidiyor, ameliyat izni alıyorsun ve ameliyatını oluyorsun. Bu şekilde iki, iki buçuk sene sürüyor. Tabii başka mahkemeler için de geçerli bu.


N: Başka konularda mahkemeleri bekleyebilirsin belki, o sırada işine bakarsın ama bu, hayatının en merkezindeki konu. Havada kalabilecek bir konu değil ki...

U: İmkanı olan, sürecin hızlanması adına özel hastanede oluyor. Yumurtalık aldırma ameliyatını hiçbir şekilde özelde olamıyorsun. Devlet hastanesinde yaptırman gerekiyor. Bunun sebebi de -sanırım- ameliyat izni muhabbetinden dolayı. Devlet zorunluluğu vardı ama meme aldırma ameliyatında senin doğurganlığını etkilemediği için özelde olabiliyorsun. Yapan doktor bulduğun zaman aldırabiliyorsun yani memelerini... Ama diğerinde öyle değil. Yasa gereği “kısırlaştırma” gibi gördükleri için senin direkt izin alman lazım.


N: Yani kendi bedeninle ilgili bir kararda devletten izin mi alıyorsun?

U: Evet. “Sen kimsin doğurganlığını aldırıyorsun? Sen kadınsın” gibi bir zihniyet olduğu için… Diğerini sadece estetik olarak görüyorlar. O da süreci uzatıyor.


N: Geri geliriz bu konuya ama ”ilk kendin kabulleniyorsun” dedin ya, biraz annenle konuşmanı anlatabilir misin? İlk nasıl söyledin? Tepkisi nasıl oldu?

U: Görüntüm daha maskülen bir görüntüye ulaşmıştı zaten. Kısa saç, gömlek falan... Öyle geziyordum. Annem de gözlemliyor tabii bunları, ama bir şey de diyemiyor. Çünkü, bir şey dediğinde kavga ediyoruz. “Ben böyle rahatım, sana ne” gibi sürekli kadının üstüne gidiyordum. O da boşvermişti. Annemin hiç sosyal medyası yok,  benim de Instagram’ım açık, yani gizlim saklım yok. Akrabalar ve çalıştığı çevreden gelen “stalk”lamalar sonucu anneme; “Senin kızın lezbiyen, senin kızın ‘şöyle’, ‘böyle’...” demişler. 

Okul çıkışı bir gün eve gittim. Bir baktım annem ağlıyor. Bildiğin ağlıyor yani. “N’oldu, neyin var?” dedim. “Senin hakkında böyle böyle dediler, doğru mu? Doğruysa benden saklama, bak ben senin annenim. Hasta mısın? Eğer böyleyse tedavi olalım, ben senin yanındayım” dedi. Ben o anda yılların birikimiyle patladım. Baya birikmişlik vardı içimde. “Sen nasıl konuşuyorsun? Böyle insanlar var. Ben hasta değilim. Böyleyim!” falan dedim. Baya tartıştık, şu şekilde söyledim: “Lezbiyen değilim, transım.” 

“Trans ne ya?!” dedi. Dedim ki “Bu işte, erkeğim.” Annem çığlık çığlığa ağlıyor... Ben evden çıktım, gittim birkaç gün görüşmedik. Sonra “Görüşelim, konuşalım ben anlamıyorum.” dedi. Gerçekten anlamıyor, biliyorum da bunu.


N: Tabii, tabii ki.

U: Oturdum anlattım. “Böyle durumlar var, böyle hissedebiliyorsun. Bunun bir süreci var. İstersen doktora gidelim. İstediğin bütün doktorlara gidebiliriz, terapi alırım. Sen de terapiye gidebilirsin, çünkü ihtiyacın olacak” dedim. “Böyle gezeceğine bari erkek ol” benzeri bir şey dedi. O çok kilit bir cümleydi. 

Mesela; bakkala gidiyorum, bakkal anneme diyormuş ki; “Senin oğlun mu var?” Annem de o yüzden “Böyle gezme de ne olursan ol” gibi bir şey söyledi.


N: Herkes bir şeyler söyleyecek...

U: Aynen. Öyle olunca biz el ele Cerrahpaşa’ya gittik. Ondan önce birkaç psikoloğa daha gittik. Gittiğimiz psikologlar da anneme bunu anlattılar. Böyle bir durum olduğunu ve kendini buna hazırlaması gerektiğini söylediler. 

Bunlar yaşanırken annem şöyle bir çıkış yapmış. Çıkış da şu; o zamanlar sürecin daha başında olan ünlü biri vardı; yeni yeni magazinde haberleri çıkıyor falan… Annem bir şekilde onun annesine ulaşmış. Dertleşmişler. O da anneme anlatmış; “Böyle şeyler olabiliyor, benim çocuğum da böyle” diye. Baya kendi içinde bunları yaşamış. Bana bunları çok sonra anlattı tabii. Şu an hala görüşüyorlar. Baya aktivist, diline benden daha çok dikkat eden bir kadın şu an annem. 


N: Çok tatlı. O da bir şans sanki senin için.

U: Bazılarında anne sevgisi daha ağır basıyor, bazılarında toplumsal cinsiyet normları daha ağır basıyor. Eşi olsaydı, belki çok baskın kocası olsaydı… 

Annem de bazı şeyleri aşmış bir kadındı. Şansıma… Koca baskısı, şiddet… Bunlardan tek başına özgürleşmiş, hayatını kuran bir kadın. Eğitimli falan değil bu arada, kendini geliştirmiş ama okul falan yok. İnsanlık değerlerine çok önem veren, beni tanıyan ve bana çok güvenen, ne hissedersem hissedeyim yanımda olan biri. 

Annem başta çok üzüldü tabii. “Türkiye’de çok zorluk yaşayacaksın. Çok güzel bir eğitimin, çok iyi bir kariyerin var. Ne olacak? Sigorta, işe başlama süreci…” gibi kaygıları vardı. Haklı bu arada. Çünkü yaşadım bu sorunları. 

En sonunda o da benim mutlu olduğumu görünce; agresifliğimin, yalnızlığımın gittiğini görünce, onunla daha çok şey paylaşınca daha da mutlu oldu.


N: Bu süreci biraz anlatacak olsan nereden başlarsın? İlk hormon iğnesini aldığın günden mi? Yoksa oranın öncesi de var mı değinmek istediğin yerler?

U: Onun öncesinde anlatabileceğim; uzun bir ilişkim vardı. Eşcinsel bir birliktelik olduğunu düşündüğüm bir ilişkiydi bu ama karşı tarafın rahatsız olduğu şeyler vardı. 

Benim kendimi; “Biseksüelim” diye tanımladığım dönemde yaşandı bu ilişki. Bir kadınla ilişkim olmuştu. O da benim kafamı açtı açıkcası. Bana en sonunda “Sen trans erkeksin, bunu kabullen. Ben seninle birlikte olamam çünkü farklıyız. Ben senin için en iyisini istiyorum” dedi. Böyle bir şeyler kafama girmişti. Ben de; “karşı taraf beni tanıyor sonuçta. Duygusal birliktelik yaşadığım bir kişi. En iyi tanıyanlardan belki de” dedim. Mutlu değildik ilişkide. Benden kaynaklanan sorunlardan dolayı mutlu değildik. Ben zaten hiçbir zaman kendimi “tam” hissetmiyordum. İstediğim şey bu değilmiş. Sürekli bir arayıştaydım. Sonra ani bir kararla gittim iğne oldum. Cidden ani oldu. İğneyi oldum. 2 ay sonra gözle görülür değişiklikler başladı zaten.


N: İğne ne iğnesi? Ne etkileri oluyor o iki aylık süreçte?

U: İki tane iğne var zaten şu anda. Birini ayda bir oluyorsun. Diğeri 3 ayda 1 olduğun başka bir iğne. Biri diğerinden daha pahalı. Aslında çok bir farkları yok.


N: Ne kadar mesela?

U: Bir tanesi 23 lira sanırım şu an. Ben başladığımda 10 liraydı. Diğeri ben başladığımda 300-400 liraydı. Şu an 500-600 civarında. Tabii ki kişiden kişiye yan etkileri değişiyor. Bunun çok garantisi yok. Kiminde kilo - yağlanma, kiminde sivilce, kiminde saç dökülmesi yapıyor. Ama doktor kontrolünde başlarsan; kan değerlerine göre vs. veriyorlar zaten uygun iğneyi. Yönlendiriyorlar yani.

İlk 2 ay hiçbir yan etkisi olmadı aslında. Daha sonra 1. ayda regl olmam kesildi zaten.


N: O kadar çabuk mu?

U: Evet evet. O kadar çabuk oluyor zaten. Yani kimisinde kist falan varsa eğer, belki 6. ayda kesiliyor, ama eninde sonunda reglin hormon terapisi olduğu için kesiliyor. Bende hemen kesildiği için çok mutlu olmuştum. İkinci ayda ses çatallaşması falan oldu zaten. Ergen bir erkeğin vücuduna dönüyor vücudun. Kıllanma, terleme, kokma, yağlanma vs. çok kötüydü.


N: Sen ilk iğneyi olduğunda biliyor muydun ilk ya da ikinci ayda neler olacağını?

U: Evet evet, anlatıyordu. Ben iğneyi olduktan sonra her gün kalkıp aynaya bakıyordum. Ses kaydımı alıyordum. Bir tane kıl çıkıyor mesela, fotoğrafını çekiyorum. Çok heyecanlıydı. En belirgin değişimi ses oluyor ama. 4.-5. haftadan sonra ses baya çatallaşıyor. Onu sürekli kaydediyordum. Şu anki halime iki senede falan ulaştım ama 6. aydan sonra dışarıdan bakıldığında biyolojik erkek görünümünde oluyorsun.


N: Peki hiç rahatsız olduğun bir etkisi oldu mu? Mesela “Kokuyor muyum?” ya da “Bu olmasaymış iyiymiş ya...” dediğin bir şey var mıydı?

U: Evet evet, oldu. Bildiğin ergen bir erkek gibiyim. Ter kokuyorum çok kötü... Hiçbir şey yapmasan bile terliyorsun. Onun dışında sinir, stres… Her şeye sinirleniyorsun. Çok fazla vücut kılı… Bende genetik de olabilir, bu herkeste var mıdır bilmiyorum gerçi. Ama o kılları da bir göstermek istiyorsun. :)


N: Tabii, tabii en görünen şey o.

U: Böyle böyle değişiklikler oluyor. Sonra zaten ameliyat süreçleri oluyor.


N: İsim değişikliği ne noktada oldu?

U: Doğru, öyle bir konumuz da var. 

İsim şöyle oldu; kendimi kabullendim, arkadaşlarıma açıldım. Birkaç tane eşcinsel arkadaşım vardı. Onlar dedi ki; “Artık bu ismi kullanmayacaksın herhalde? Transım diyorsun da ismin uniseks bir isim değil.” 

O zaman ben ve diğer trans arkadaşım oturduk, birlikte isim düşünüyoruz. Ben böyle aşırı eril bir isim istiyordum aslında. “Serhan, Korhan” gibi. Bildiğin “erkek erkek” bir isim istiyordum. Arkadaşlarım dedi ki; “Sen salak mısın? Ne gerek var öyle bir şeye? Tamam süreçtesin ama…”Ben de o dönem, o görüntüdeyken kullanmamda sıkıntı olmayacak uniseks bir isim seçtim aslında. Süreci tamamlayıp isim seçseydim muhtemelen başka isim seçerdim. İsmimi çok seviyorum, o ayrı konu. Uniseks olması konusunda herkes hemfikirdi. O görüntüdeyken kendini Emre diye tanıştıramazsın zaten. Bir işe giriyorsun, bir ortama giriyorsun… O yüzden böyle bir isim seçtim. 


N: Çok enterasan. “Süreci tamamlayıp isim tercihi yapsaydım değiştirebilirdim” demen.

U: Yani aslında öyle bir pişmanlığım yok tabii ki ama o karar alma sürecini çok net hatırlıyorum. “Deniz olmasın çok yaygın, Ada olmasın, Toprak olmasın”… Tamam, Uzay ismi de var ama çok yaygın değildi o dönem. 

Üniseks isim seçme kriterimi çok net hatırlıyorum.  “Ee, bunu yapayım bari” diye düşündüğümü hatırlıyorum.Başka bir şey zaten koyma ihtimalin yok, hiçbir şey yok ortada daha.


N: Nasıl bir his? -İsmimizi anne/babamızın ya da kim koyuyorsa, onun koyması çok komik geliyor bana- çünkü hayatın boyunca o isimle yaşıyorsun. Kendi ismini koymak da çok sembolik o anlamda. Kendi kendini yaratıyorsun. Kim kendi ismini kendi koyuyor ki? İsmini sevmeyenler bile üşenip mahkeme sürecinde değiştirmiyor. O yüzden çok sembolik. Bir yandan da gerçekten baştan yaratma. O isme nasıl alıştın? Bir anda hızlıca oldu mu? Zor mu alıştın? Doğal mı gelişti? 

U: ZBeni tanıyanlar ve tanıştıklarım soyadımla sesleniyordu. Soyadım da Dilaver zaten, gayet “erkek” ismi. Öyle diyorlardı. İsim kullanmamayı tercih ediyorlardı. Çünkü annemlerin koyduğu isim gerçekten aşırı “zırıl zırıl hetero kız” ismi. Beni görünce insanlar onu kullanmak istemiyordu. Baya “şıngır şıngır” bir isimdi. 

Uzay da biraz zor oldu gerçi. Yakın arkadaşlarımda özellikle. Benim de karşımda biri olsa ve ismini değiştirse bir ağız alışkanlığı oluyor. Zordu başlarda. Hatta benimle sürece başladı dediğim yakın arkadaşıma bile eski ismiyle seslendiğim çok oldu. Kendim bu potu çok kırdım yani. “Sen nasıl bunu yaparsın?” Napayım; çıkıveriyor ağzımdan. Yani 20 yıl böyle seslenmişim...

Annem falan çok geç alıştı. O dönemde bana “çocuğum, hayatım, bitanem” gibi sesleniyordu. Şu an son 1-2 senedir yeni yeni sesleniyor. Akrabalarıyla konuşurken önceden ağzından eski ismim kaçıyordu. Onlara da mı tek tek anlatacaksın? Zaten görüşmüyorum daha net.


N: İsim hormon tedavisinden önceydi değil mi?

U: Tabii tabii, en önce. Kendimi kabullendim, arkadaşlarıma söyledim, öyle oldu. Ondan birkaç ay sonra hormon sürecine başladım aslında.


N: Ameliyat sürecine geldiğinde ne kadardır hormon alıyordun?

U: Yani zaten yasal olarak bir 6 ay görmen gerekiyor. Ben ondan önce kontrolsüz başladığım için 8 ay falan gördüm. 


N: Ameliyatı olmak ister miydin her halükarda? Yani yoksa legal konulardan dolayı, olman gerekiyor diye mi oldun?

U: Şöyle; özellikle meme ameliyatını ben zaten süreç yokken düşünüyordum. “Biraz küçültsem mi? Ben bunları neden saramıyorum?” diye düşünüyordum. Onlar da; yaşımın da küçük olmasının etkisiyle; “Neden küçültelim? Bir sağlık sorunu oluşturmuyor” diyorlardı. Beni en çok rahatsız eden -bütün görüntümden ziyade- meme görüntüsüydü. Onu kapattığım an daha rahat hissediyordum kendimi.


N: Nasıl kapatıyordun ameliyattan önce?

U: Sargı beziyle sarıyorsun. Filmlerde falan görmüşsündür belki. 

Sıkı sıkı sarıyorsun ve yandan çıtçıtlıyorsun. Bütün hareketini engelliyor zaten.


N: Korse gibi yani…

U: Evet evet, korse gibi. Erkeklere jinekomasti ameliyatından sonra verdikleri bir atlet var. Yağlanmayı azaltsın, sıkı sıkı tutsun diye. Çok sıkı bir korse var. Onu giyiyordum, ama çok kötüydü. Bir yere gittiğimde, başka bir yerde kalacaksam birinin yardımı olmadan çıkaramıyordum. Hiçbir yerde kalamıyordum. Her akşam eve dönmek zorundayım. Her gün işe gitmeden önce onunla uğraşıyorum. 


N: Ameliyatı olmak istiyor muydun?

U: En çok istediğim şeylerden biriydi. Yumurtalık ameliyatı için aynı şeyi söyleyemem. O konuda diğer trans erkeklere nazaran biraz farklı düşünüyorum sanırım. Benim için regl olmak çok sıkıntı değildi aslında. Tabii ki zaman zaman “Bunu niye oluyorum? Gerek var mı böyle bir şeye?” diye düşünüyordum, ama yan etkilerini yaşamıyordum. Ağrım, sancım olmuyordu. Günü gününe ve 2-3 gün süren bir şeydi benim için. “Biyolojik bir şey bu. Vücudunun bir yerinin kanaması gibi” diye düşünüyordum.

İlk regl olduğumda annem evde bir coşku yarattı. “Ay, sen büyüdün!” gibi heyecanları vardı. Benim için; “Noluyor ya? Ne anlamı var ki?” gibi sorguladığım bir durumdu. Hiçbir şey ifade etmiyordu. Tek derdi, yazın sıcağında pedps://beije.co/product/pads takıyorsun.


N: İlk ne zaman regl oldun?

U: Orta 2. Kaç oluyor? 13 -14 yaşında falan heralde.

Tabii ki şu an çok rahatım, ama meme aldırmak benim için çok daha kritik bir şeydi. O çok iyi oldu. Diğerine karşı çok bir nefretim yoktu. “Kadınsal” bir şey olarak kafamda kodlamamıştım.


N: Yumurtalık aldırma ameliyatı zor bir ameliyat mı? İyileşme süreci nasıl oluyor? Şeyi de merak ediyorum: Seni ne kadar bilgilendiriyorlar? Ya da bu ameliyatın psikolojik sürecinden bahsediyorlar mı? Bir de bunun diğer tarafı olarak sence ameliyatı yapan kişiler ve bakım kısmıyla ilgilenen bireyler yeterince bilgililer mi? Medikal kısmıyla ilgili sormuyorum. Sence biliyorlar mı ameliyat olan bireyle nasıl konuşulması ya da konuşulmaması gerektiğini? 

U: Net bir genelleme yapacak olursam; hayır, bilmiyorlar. Ama iyi doktorlara denk geldim mi? Geldim. Meme ameliyatını özel hastanede oldum zaten. Kendi arayıp bulduğum ve trans erkeklere meme ameliyatı yapan bir doktordu. Bunu da yine o Facebook sayfasından görüp buldum. İlk gittiğimde  üslubu falan beni etkilemişti çünkü çok dikkatli konuşan, bize deney faresi gibi bakmayan biriydi. İyi bir adamdı. O bilgilendirmişti, ilgilenmişti de zaten. Ama onun dışında yumurtalık ameliyatını devlette olduğum için -orası da tabii ki çok yoğun ve dolu olduğu için- sürekli ameliyat yaptıklarından dolayı kime denk geleceğin de belli olmuyor. 

Biz zaten kadın doğumda yattık. Başka bir yerde yatma ihtimalin de yok gerçi. Kadın doğumda kanserden dolayı rahmini aldıran ya da yeni doğum yapan insanlarla, aynı odalarda yan yana kalıyorsun.


N: Nasıl ya?

U: Orada çok trajikomik şeyler yaşandı.


N: Neler yaşandı mesela?

U: Doğumhanenin başında özel güvenlik ablamız vardı -her girişte kimlik kontrolü yapan bir tip. Ben ameliyat olmadan önce doktorun asistanı bana; “Ameliyat olmadan sakallarını tıraş etsen olur mu?” demişti. Ben de dedim ki; “Neden?” O: “Yanda kadınlar kalıyor, sen rahat et diye söylüyorum.” Ben: “Yani bu böyle bir şey değil. Sakallarımı kesince tekrar eskiye dönmeyeceğim.” 

Sakallarını tıraş ettirip orada yatan çok arkadaşım vardı. Ben kestirmedim. Çok saçma bir istek. Ben o şekilde gittim hastaneye. Kız dedi ki bana; “Kesmemişsin. Vaktin mi olmadı?” Ben de, “Yok ondan değil de saçma geldi bana” dedim. O da bana; “İnsanlar rahatsız eder seni, tuvalete falan gittiğinde rahat et diye söylüyorum” dedi. Ben de “O zaman bana tuvaletli bir oda verseydiniz, ayrı bir oda yapsaydınız” dedim. Tuvaletli odalar var yani. “Yoğunluk var” dedi. Prostat ameliyatı olan erkeklerin yanında yatayım o zaman... Orada da kimlikten dolayı yatamıyormuşum. Ben nerede yatayım?

Neyse sonra ameliyatı oldum. Bilgilendirme açısından doktorun asistanları iyiydi.


N: Ben şu an durumun absürtlüğüne takıldım. Böyle bir şey nasıl olabilir?

U: Çok komik durumlar olabiliyor. Mesela ben kadın doğumdayım. Ameliyattan çıktım, arkadaşlarımın da hepsi hastaneye ziyarete geliyor. Hepsi de trans erkek. Yan odada da başka bir trans erkek varmış, onun da arkadaşları var. Kadın doğuma 5-6 erkek sürekli girip duruyoruz. Hemşire de bize sürekli “gezinmeyin burada” diyor. Biz de “ne yapalım, ameliyat olduk yürümemiz lazım” diyoruz. Öyle şeyler yaşandı. Sonunda bize artık alt katta ayrı bir tuvalet yapmışlar.

Onun da şöyle bir kötülüğü var; dikişliyim, üç kat merdiven inmek zorunda kalıyorum. Zaten sürekli tuvalet ihtiyacı oluyor. Koşa koşa tuvalete gidemem. Zaten ve öyle bir ilaç veriyorlar ki koşa koşa tuvalete gitmen lazım. Biz böyle trans erkekler tuvalette kan torbalarıyla sıra bekliyoruz. 


N: Senin anlatmana gülüyorum ama hiç komik bir durum değil yani...

U: Biz de o zaman gülüyorduk, komikti yani. Sonra annem isyan bayrağını kaldırdı. 

Şöyle oldu: Yine annemle ben ameliyat sonrası kol kola yürüyüş yapıyoruz. Güvenlik artık çıldırdı. “Ben artık doktorunuzu arayacağım, rahat bir şekilde dolaşmayın burada” dedi. Annem de; “Ne var yani, benim oğlum yeni ameliyat oldu. Keyfinden mi burada kalıyor?” deyip, kavga etti. Sonra yandaki trans erkekler de çıktı. Hepimiz bağırmaya başladık. Doktor geldi sonra da: “Ne yapsınlar? Tamam karışmayın artık” dedi. Kadın doğumdaki kadınlar da bakıyorlardı, ama annem hepsiyle arkadaş olduğu için rahatsız olmuyorlardı. “Geçmiş olsun, nasılsın?” diye soruyorlardı. Konuşunca anlıyorlar kısacası. Güvenliğin bu kadar tepki göstermesine gerek yoktu.


N: Şu an o görüntünüz gözümde canlandı da kan torbalarıyla, nasıl olur ya?

U: Bir yandan biz, bir yandan teyzeler… Birbirimize bakıyoruz. 

Ameliyat olmuşum, çıkmışım - özellerde böyle değil ama devlette seni o sedyeyle odaya getiriyorlar, sonra hasta bakıcılar çarşafların bir tarafından tutup seni odandaki yatağa aktarıyorlar. 

O esnada ben sarsılmayla uyandım. Kadın hasta bakıcı diyor ki; “Ben bunu tutmam.” Annem de “Senin işin bu” diye bağırıyor. Hemşire; “Belli değil ne olduğu” diyor. 

Beni kim sedyeden yatağa aktaracak? Sonra annem de erkek hasta bakıcı tutup yatağa geçirmiş beni.


N: Ne diyorsun...

U: Aynen. Hanımefendi, “ne olduğum belli olmadığı için” odama girmiyordu. Her yerim kan revan içinde, bir uyanıyorum sarsılmayla, neymiş? Taşıyamıyorlarmış. 

Onlara da bir şey diyemiyorum. Yaşlı bir kadın sonuçta. Onları da bilgilendirmeye uğraşmıyorlar. Keşke bize daha genç, daha anlayışlı görevlileri verseler. Ama bize bakanlar hep amcalar, teyzeler… Onlar bana bakıyor, ben onlara. 


N: Ameliyat bittikten sonra kaç gün hastanede kaldın?

U: Maksimum üç-dört gün kalıyorsun zaten bir aksilik olmazsa. Ben iki gece üç gün falan kalmıştım. Hasta bakıcı ve güvenlik dışında bir sorun yaşamadım. Alıştım artık. Kızmıyorum. Hep gülüp geçiyorum. Böyle bir mekanizma seçtim. Annem ve kız arkadaşım çok sinirlendiler hastanede ama…

Ameliyat süreci çok zor bir süreçti. Meme ameliyatı da zor bir süreçti, ama bu çok daha zor gelmişti. O da şundan dolayı; olduktan sonra bir hafta falan bir kanaman oluyor. Ben hormon terapisinden bir sene sonra ped takmıştım. “Ergenlikte rahatsız etmiyor beni” demiştim ya, hormondan sonra, bu görüntüde ped takmak beni baya rahatsız etmişti. Çok korktum “ya kanamam durmazsa” diye. Ondan rahatsız oldum, ama neyse ki kesildi. 


N: Peki legal olarak terapiye gitmeni istiyorlar mı?

U: Yok yok, zaten bu Cerrahpaşa’daki 6 aylık hormon terapisine başlamak için geçen süreçte terapi yapıldığı kayıt altına alınıyor. Yapılıyor mu? Yapılmıyor bu arada. Her gittiğimde 10 dakika içeride oturuyordum. Şansına seninle ilgilenen doktor varsa, görüşüyorsun... O da şansına tabii. 

Genelde doktorların asistanları ilgileniyor. Bulursan da; “Nasılsın, iyi misin? Tamam diğer ay tekrar gel” şeklinde ilerliyor. Ben kendimden emin olarak gitmedim oraya. %70 emindim diyebilirim, ama “giderim, terapi alırım, belki başka bir ihtiyacım olup olmadığını konuşurum” diye düşündüm.

Doktorlar; “Aa, istiyor musun? Tamam. İğne bu. Diğer ay yine gel” şeklinde yaklaştılar duruma. İğneyi olduktan sonra iyice rahatlayıp, “ben buymuşum” dediğim için sıkıntı olmadı, ama küçük yaşta başlayanlar ve merak edenler varsa eğer -ki var- ben en son gittiğimde hiçbir terapi yapılmıyordu. İlla ki dışarıdan terapi alman gerekiyordu. 

Tabii herkesin hayatının bir döneminde terapi alması gerekiyor bence ama hormon kullandığın için, içerideki bütün biyolojik dengelerin bozuluyor. Dışarıdan bir destek alman gerekiyor yani. Bunu almadığım için de agresyon, mutsuzluk, dengesizlik oluyordu. Aynı zamanda ilacın yan etkileri de.


N: Daha küçük yaşta başlayıp, kendini tanıma sürecinde olan birinin; bunun kendisi için doğru bir tercih olup olmadığını bilmesi lazım yani.

U: Evet… Ameliyat olup pişman olan insanlar da var. Olabilir çünkü. Bunu tabii ki içinde hissedebilirsin, ama hissedemeyenler de olabilir. Terapi almak gerekiyor, ama Türkiye’de bu mümkün değil. Bunu çok araştırmıştım, Avrupa’da çok güzel terapiler, eğitimler var. Yasalar da orada aynı değil. Terapi kısmından çok zorluyor ama yasal olarak hiç zorlamıyorlar. 


N: Ne anlamda yasal olarak zorlamıyorlar? Ameliyat anlamında mı?

U: Evet evet. Orada yeni kimliği almak çok daha kolay. Buradaki gibi “O ameliyatı ol, bu ameliyatı ol” gibi bir süreç yok. Orada psikolojik bir destek alıyorsun, onun sonucunda bir rapor veriliyor. Sonrasında kimliğini değiştirebiliyormuşsun. 


N: Ben de onu araştırdım biraz. Bununla ilgili şunu sorucam. Sağlık sigortası karşılıyor mu bu operasyonları?

U: Karşılıyor aslında, ama mahkeme kararı aldığında karşılıyor. Mahkeme kararı alması da çok uzun bir süreç olduğu için, bir ameliyatı -mesela meme ameliyatını- özelde yapmayı tercih edebiliyorsun. Hem daha iyi yapıyorlar, hem de ameliyat izni almana gerek yok. Doğurganlık muhabbeti olmadığı için ameliyatı olabiliyorsun. 

Penis ameliyatını da yapan devlet hastaneleri var, ama bir-iki doktor sadece… Oralar da zaten çok dolu ve iyi yaptıkları söylenemez. Çünkü çok zor bir ameliyat. Özelde de çok pahalı. Ev parası kadar. Onu da yaptırsan bile, hissiyat olarak zaten garantisi yok: %30 oranında bir hissiyat oluyormuş. Koluna dokunmuşsun gibi bir hissiyat yani. Cinsel bir hissiyat hissetmiyorsun. Ten hissiyatı gibi oluyor.


N: Bu Türkiye’de mi böyle sadece yoksa dünyada da böyle mi?

U: Dünyada da böyle ya. Çünkü oradaki sinirleri falan bağlamak çok zor. Klitoris ve G noktası olayları devreye giriyor. Tam hissiyat alma gibi bir şey söz konusu değil. %20 - %30 bir ihtimal var belki... 

Buna gelene kadar zaten o semptomlar, kanamalar, dikişin tutmaması, derinin kopması, 5 ay kalkamama, idrar yapamama... Bunlar çok ayrı sıkıntılar yani.


N: Şimdi kaldığımız yerde: Sen hormon tedavini tamamlıyorsun, tamamladıysan ve yumurtalık ameliyatı olduysan kimlik değiştirme sürecine başlayabiliyorsun değil mi?

U: Meme ameliyatından sonra başvurabiliyorsun. Başvurduktan sonra yumurtalık aldırmak için sana izin veriyorlar. İkisini de aldırıp başvuramıyorsun yani. 


N: Anladım. Peki senin için o süreç nasıldı? Nasıl hissettin? Doğurganlık tamamen senin kararınken; izin isteyip, izin bekliyorsun. Zaten bir sürü zorluğu olan bir süreçken, bunlar ekleniyor bir de üstüne. 

U: Dediğin şey doğru. Ben şu an bir erkek olarak doğurmak isteyebilirdim. Ben üreme organımı aldırmamış olmak isteyebilirdim. Doğal yollardan çocuğum olsun isteyebilirdim. Şu an çocuk doğurmak istesem; yok ona iğne vereceğim, yok Kıbrıs’a gideceğim… Çok zor yani. Asla kolay bir şekilde çocuğum olmayacak. Benim için çok bir sıkıntısı olmadı, ama kesinlikle yanlış. Bunlara karışılması çok saçma yani. 

Zor tabii. O süreçte zaten o kadar mücadele veriyorsun ki... Ben 3 yıl boyunca kendi hayatımla ilgili hiçbir şey yapamadım. Yok “kimlik alacağım”, yok “ikinci ameliyatımdan sonra” derken sürekli bununla uğraşıyorsun. 

Ben o kimliği aldığımda, hayattaki bütün misyonum ve vizyonumu tamamlamış gibi hissettim. O kadar boşluğa düştüm ki. Kafam hep onunla doluydu çünkü. Okul bitti falan ama çalışamıyorum ki… İşe giriyorum sigortasız çalışıyorum, rahatsız olduğum bir şey oluyor. Oradan çıkıyorum başka bir yere giriyorum… Hiçbir zaman özgür hissedemiyorsun, çok kitliyor. Keşke bunlara hiç gerek olmasa. Psikolojik destek alsam ve bunun sonunda nasıl hissettiğimle alakalı bir karar verilse; bunun sonunda da kimliğimi değiştirsem. 

Böyle değil ama tabii. Şu an benim çocuğum olmuyor. Ben zaten çocuk istemediğim için çok tarafsız bir cevap veremiyorum, ama isteyen kişiler var. Kimlik almayan bir sürü insan var. Kendini trans erkek olarak tanımlıyor, ama çocuğu da olsun istiyor. Bu onun önünde bir engel. 


N: Ne yapıyorlar? Eski kimliklerini mi kullanıyorlar? 

U: Evet. Saçmalık. Ben şu an tüp bebek yaptırmaya kalksam, bir sürü para. Ticaret yani resmen.


N: Herkesin o ameliyatları yaptıracak parası var mı ki zaten? Böyle bir boyutu da var. Yaptıramıyorsan ne olacak? Tercihi bir kenara bırak hadi. Ameliyat para istiyor. Ameliyatın parası var, ama öncesi sonrası da var. Her isteyen yaptırabilir mi ki?

U: Yaptıramıyor tabii. Benim sürece bu kadar geç başlamamdaki nedenlerden biri zaten kariyerimdi. Ne oldu? Yine çöp oldu. O da ayrı bir olay... İnsanların çok sağlam işleri oluyor, çok sağlam çevreleri oluyor. Kimliğini 30-35 yaşında idrak etmiş oluyor. Bir anda bütün hayatını bırakıp; “Haydi ben sürece başlıyorum, herkesten uzaklaşıyorum” diyemiyorsun. Herkese tek tek laf anlatamıyorsun. Çünkü, o süreçte zaten bir şey yapmak çok imkanlı değil. Hastanede o imzaları toplamak için ömrün geçiyor. Ben iki ay boyunca her gün, her sabah Cerrahpaşa’ya gidiyordum. Akşama kadar Cerrahpaşa’dayım. Niye? Cerrah kovalayacağım diye. 

Yoklar çünkü. Ben çalışıyor olsam, bir şey olsa… Her gün oradaydım yani. Kadıköy’de oturuyorum; her gün karşıya geçiyorum. Kapının önünde bekliyorum, güvenliğe söylüyorum. Alt tarafı bir imza.

 

 

3 (Yeniden) Tanışma

N: Böyle bir şey olamaz ya... Pes artık! Bunun sorumluluğunun sana yüklenmesi olacak iş değil. Birazcık o psikolojik boyutundan bahsediyorduk; “Kimlik değişince bir boşluğa düştüm” dedin. Sonra nasıl tekrar başladın? Sıfırdan bir şey gibi çünkü. Bunun bir sürü katmanı var. İş, arkadaş çevresi, partnerin… O zaman var mıydı? Varsa nasıl oldu? Yoksa sonra nasıl ilerledi? Sosyal medyanı nasıl değiştirdin?

U: İsmi değiştirdikten sonra sosyal medyaya da bir tık ağırlık vermeye başlıyor insan. Hormondan önce fotoğrafım yok Instagram’da falan. Hepsini kaldırdım. Kaldırmasan da zamanla “Ay anlaşılıyor bu” deyip hepsini siliyorsun. Ama tabii orada değişmeye başladıkça seni tanıyan, ama çok yakın olmadığın insanlar zamanla seni tanımamaya başlıyor. “Unfollow”lar artıyor. Baya takipçim azalmıştı. 

İlişki boyutunda da atıyorum, dışarı çıkılıyor; “Akşam gel bende kal” deniliyor. Benim bir başkasında kalabilmem çok zor. Bilmiyor çünkü. Kendine direkt; “Ben trans erkeğim, ben buyum.” diyemiyorsun. Karşıdaki de seni bu şekilde tanıyor. Kaçıyorum ben de. Kafanda sürekli onu tartıyorsun: Söylemeli miyim? Söylesem ne yapar? Gider mi? Seviyor mu? gibi. O süreçler çok zordu. Şu anki ilişkide olduğum kişi zaten 3.5 yıldır birlikte benimle. Benim sürecimin başından beri vardı. Zordu. Onun için de çok zordu. Her şeye şahit oldu, ama o da kafasında birçok şeyi tarttı. Bilmiyordu benimle ilk tanıştığında böyle bir durumum olduğunu. O zaten hetero. O da kendi arkadaş çevresinde, ailesinde falan zorluk yaşadı. Söylenmiyor ki… Bundan sonrası için evlilik yapma kararı al, çocuğun olmuyor… Bunu nasıl söyleyeceksin? 


N: Bir de bizim Türk aile yapısında ‘niye çocuk doğurmuyorsun?’ gibi şeyler olduğu için…

U: Evet yani. Sıfırdan başlıyorsun zaten. Tabii ki arkadaş ortamlarım vardı, ama bu görüntümle o klasik erkek muhabbetlerine ben 25 yaşında maruz kaldım. Anlamıyorum yani, o kadar çirkin muhabbetler dönüyormuş ki.


N: Ne gibi muhabbetler? Biz de bilelim.

U: Siz de bilin tabii… Mesela direkt askerlik muhabbetleri… Tanışıyoruz, hemen; “Kanka askere gittin mi?” “Gitmedim.” diyorum, “Bedelli mi yaptın?” “Hayır.” diyorum. Klasik cevabım “Gözlerimde sıkıntı vardı, annem rapor aldı” vs. gibi geçiştiriyorum. 

Yine çok klasik, cinsiyetçi erkek muhabbetleri var. Erkeklerin, yemin ediyorum kendi aralarında bir dilleri var. Bu yaşımda şok içinde dinliyorum. O kadar sapkın şeyler var ki aslında kafalarında. Dışarıdan görsen dersin ki; “Ay ne tatlı çocuk, ne kadar medeni,” ama kendi ortamına girince içinden bir şey çıkıyor. Ben asla o ortama uyum sağlayamadım. Onlara da uyum sağlayamıyorsun, kadınlarla da yakın olamıyorsun. Arada kaldım. 

Erkek olmakla ilgili toplumsal konular… Ben ilk hormona başladığımda aşırı erkeksi bir görüntü isteme durumum vardı. Şu an her türlü şeyi giyerim, renk takıntım yok. Pembe de giyerim, mor da giyerim, ama o zaman gömlek, cüzdan... Ne bileyim daha ciddi bir tarzım vardı. Sakalım yoktu, ama kendini gösterme çabası olduğu için böyle eril eril geziyordum aslında yani. 

Şu an o halime bakınca gülüyorum. Hiç gerek yokmuş aslında öyle bir şey yapmama, ama o zamanki ihtiyacım da oymuş. Şu anki giyimimi gören insanlar da beni gay sanıyor. Kalıplar yani…

Böyle oldu, böyle biriyim. Erkekler de gay sansın, kadınlar da gay sansın. Bana ne. Herkesin kafasında bir şey var ve ben “o” olmak zorundayım sanki. Hepsiyle dalga geçiyorum içimden aslında. Takım elbise falan giysem, hepsi “aaa” olacak. Ben trans erkeğim desem... hepsi kaçar. 


N: Peki arkadaş çevren nasıl değişti? Kendine yeni bir topluluk edinirken, bu tecrübeyi seninle edinen insanlardan bir çevre mi oluşmaya başladı? Nasıl oldu?

U: Bariz farklılık şu oldu; önceden ben bir ortama (arkadaşımın arkadaşı olarak) girdiğimde ; “Bir trans arkadaşım var, o da gelecek,” diye tanıtılan kişi hep ben oluyordum. Buna gerek yok zaten, ama geldiğimdeki görüntü onlar için değişik olacağından beni hep öyle tanıtıyorlardı. “Aaa trans erkek mi? Nasıl oluyor?” Sürekli sorulara maruz kalan, sürekli darlanan kişi oluyordum. Şu an ise o yok artık. Ben hiçbir tanıma gerek kalmayan biriyim. Şimdi “Aaa ismin ne değişik” diyorlar, ben de evet deyip geçiyorum. Önceden hayattaki tek varlık amacım trans erkek olmakmış gibi bir sıfat yapışmıştı. Merak konusu haline geliyor insan.


N: “Erkeklere yüklenen toplumsal cinsiyet kavramları”na değinmen ilginçti. Tam olarak diğer erkeklerle kendini bağdaşlaştıramıyorsun aynı şeyleri deneyimlemediğin için. Peki senin kendi erkeklik tecrüben ne? Kendini nasıl tanımlarsın? Ya da sence Uzay tanımlanmamalı mı?

U: Bence tanımlanmamalı. Ben erkek ve kadın olmayı, birbirinin tamamlayıcısı ve doğadaki iki kavram olarak görüyorum. “Erkek olmak şudur, kadın olmak budur” gibi asla bir tanımım yok. Böyle olunca da “e o zaman neden erkek oldun?” gibi bir soru çıkıyor ortaya. Bunu da kendi içimde şöyle cevaplayabilirim:

Güvenilir olmak, koruyucu olmak, bir insanı güzel sevebilmek… Bunlar insan olmanın gerektirdikleri. O yüzden ben direkt “erkek olmak şu” diyemem. Türkiye için konuşulduğunda; siyasi, ideolojik ataerkil bir toplumda düzgün bir erkek olmaya çalışıyorum tabii ki. Gördüklerimin bütün zıttı olarak iyi bir insan ve iyi bir erkek olmaya çalışan, erkekliği de böyle tanımlayan biriyim aslında. Çünkü direkt bir tanımı yok, ama gördüklerimiz de değil yani. 


N: Peki, bizim ödevlerimiz ne sence? Çünkü bence olmalı… Bütün bu sorumluluk ve bu süreci anlatma; “ben buyum”, “bu böyle” vs. senin bütün anlattıkların zor şeyler... Yaşadığın kolay bir süreç değil. Bunun üstüne bizim de bir şeyler bilmemiz gerekiyor. Neden bütün bu sorumluluk senin üstüne kalıyor? Senin düşüncen ne? Ben mesela anlattıklarının çoğunu bilmediğim için ayıplıyorum kendimi. Benim bilmem lazım bunları, neden bilmiyorum? Sence ailene, arkadaşlarına, okuldaki öğretmenlere olsun, ne önerisi bu kişilere? Senin neye ihtiyacın vardı/hala var?

U: Birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da eksiğiz. Öncelikle ben her şeyin; şiddetin, ayrımcılığın, insanlığın aile ve eğitimden geldiğini düşünürüm. İyi bireyler olmamız için bence sevgiyle büyütülmek ve birilerini sevebilmek gerekiyor. Ne görüyorsanız o oluyorsunuz, ya da tam tersini görüp bu konuda ekstra duyarlı oluyorsunuz. Ama tecrübe etmedikçe, çevremizde bu tip insanlar bulunmadıkça -gerçi yeni jenerasyon için bunu söyleyemem, yeni jenerasyon canavar gibi geliyor - bizim dönemimizde görmedikçe, bir yakınımızın yakını olmadıkça bunu araştırıp görmemiz çok zordu. Bu konuda daha çok bilgilenebiliriz, araştırabiliriz. Sonuçta sadece Türkiye yok bu dünyada ya da sadece yaşadığımız semt yok. 

Aile, sevgi…. İnanıyorum buna. Ben, gerçekten doğru sevgiyle büyütülmüş ve değer vermeyi öğrenmiş birinin ne ırkçılık yapabileceğine, ne ayrımcılık yapabileceğine, ne de birine şiddet uygulayabileceğine inanıyorum. Kötü olaylar yaşamış birinin de bunlara çok duyarlı olup, doğru bir insan olabileceğine inanıyorum. 

Ödevlerimiz konusuna gelecek olursak: Sen kapsayıcı dil sorusunu sormuştun. Bu benim de üzerine uzun yıllardır çalıştığım bir şey. Bence bu o kadar basit bir şey değil; “alt tarafı bir dil ya da alt tarafı bir ağız alışkanlığı” olarak düşünmemek gerekiyor. Aslında belli bir zihniyet var. Bu neden yurt dışında böyle değil? Tabii ki, yurt dışında da eril dil kullanan insanlar vardır. Türkiye’de bu %90’sa %80’se orada da %30’dur belki de. Dilimizi düzeltmeye çalıştıkça; altında yatan sebepleri algılamaya ve bunların altında yatan zihniyeti anlamaya başlıyorsun. Bunu algıladıkça da zaten doğru yere evriliyorsun. 

Dil konusu önemli. Onun dışında tabii ki eğitim, insanın kendini geliştirmesi… Ben şu an var olduğum kişiliğin hepsini okuduğum kitaplara, izlediğim filmlere borçluyumdur. İyi de etmişim yani. Yoksa “ot” gibi yaşayan çok insan var. Aynı yaştayız, ama hiçbir şeyden haberi yok. Yanlış da olsa oku! Yanlışı okuyunca, doğruyu merak da edersin. Çünkü yanlışı görünce doğruya karşı bir merak oluşuyor. “Tam zıttını okuyayım, karşıt görüşünü okuyayım” diyorsun. Sorgulamaya ve öğrenmeye başlıyorsun yani. Bu her konuda böyle. İnsan olmanın belirli erdemleri var, bunu da yapın bir zahmet yıl olmuş kaç… Herkes herkesi sevsin ne diyim….


N: Kapsayıcı dile değindin. Biz BEIJE olarak buna çok dikkat etmeye çalışıyoruz. Çünkü regl özellikle Türkiye’de çok fazla tabu olan ve konuşulmayan bir konu. Bir de mesela; regl hep kadınlar üzerinden konuşuluyor. “Regl=kadın, regl=doğurganlık” vs. Sen de dedin ya “regl benim için vücudum herhangi bir yerinde olan bir olaydı”?Gerçekten de öyle yani. Her ay oluyor. 

U: Evet oluyor ne var bunda? Tabii ki, psikolojimizi alt üst edebiliyor. Hormonal bir şeyler oluyor. Benim şu an yüzümde bir sivilce olsa o da psikolojimi etkiler belki. Bir pedi gazete kağıdına sarmamıza gerek yok ama.


N: Sen kendi kimliğini fark ettikten sonra hala regl olurken; kadınlar, kızlar, -voleybol sahasına smaç basan kadınlar-, pembe renk üzerinden dönmesi seni rahatsız etmemiş miydi?

U: Bu kadar kadınlar üzerinden dönmesi rahatsız ediyordu, ama ben; “Ben erkeğim neden regl oluyorum?” gibi bir noktadan bakmıyordum. “Olabilirim” diyordum. Bunun bu kadar satış stratejisi olsun, sürekli voleybol oynayan kızlar olsun, yok denize giremezsiniz, yok onu yapamazsınız, olsun... Bu gibi konular üzerinden dönmesinden rahatsızdım. Saçma yani. Ben de regl olabilirim. Dışarıdan erkek olarak duruyorum ama regl olabilirim. Bunu kimseye de söylemek zorunda değilim. Diğer her şey gibi vücudumuzda olan bir şey bu da. 


N: İş konusuna değinmiştin biraz. O nasıl oldu? Öncesi sonrası diye ayırmak ister misin? Nasıl anlatmak istersen.

U: Şöyle; üniversiteden eski kimliğimle mezun oldum. Ben Sinema=Televizyon okuduğum için daha “network” gerektiren bir sektördeydim. Sürekli birileriyle yakın olma, ortam kurma üzerinden ilerleyen bir sektör olduğu için, benim de öyle ortamlarım vardı; ama sürece girdikten sonra bağlantılarda hep bir sıkıntı oldu. 

Şu an o diplomamdaki ismi değiştirdim, ama okula gidip hocalarımın hepsine tek tek anlatmam gerekiyor. Referans mektubu almak istesem bile; “Bakın böyle böyle bir öğrenciniz vardı. Bana referans mektubu yazar mısınız?” demek de sıkıntılı. Onun dışında zaten süreçteyken asla normal bir işe girip çalışamıyorsun. Zaten sigorta zorunluluğu olduğu için ve görüntünle kimliğin uyuşmadığı için ben bu süreçte hep garson, barmen gibi işlerde çalıştım. O zamanlarda da “bursum var, dışarıdan para alıyorum” gibi şeyler söyledim.

Orada da şöyle sıkıntılar oluyor: Yine erkeğe yüklenen ‘şey’… Ağır bir iş oluyor, sana yaptırıyorlar. Benim etim ne budum ne? Bira fıçısı oluyor 70 kilo, “hadi kaldır.” Kaldıramıyorum yani! 

Bu sefer de orada bir akran zorbalığı, “gay” damgalaması. Yok “senin neden sakalın çıkmıyor,” “neden askere gitmedin?” GBT sorgulaması yapılıyor aniden, polisler geliyor kimlik vs. falan. Polislere tekrar laf anlatma... Çevirmelerde zorluk yaşıyorsun, bankalarda zorluk yaşıyorsun. Hala daha eski kimliğimdeki isim karşıma çıkıyor: “Aaa sizin isminiz böyle çıkmıyor ama” diyorlar. Ben bunu değiştirdim çünkü. Bir tuşa basın ve bütün sistemden değişsin yani! Hepsine tek tek bildirmem gerekiyormuş benim. Bir sürü banka hesabım var. Tek tek hepsine nasıl gideyim? Ehliyetimi değiştirmedim mesela, araba kullanamıyorum şu an.


N: Onu değiştirmek kolay mı peki?

U: Aslında çok çok zor değil, ama bir vakit ayırıp gidip gelmen gerekiyor. Arabam olmadığı için erteliyorum. Ben diplomamı teslim almamıştım. Eğer teslim almış olsaydım gazeteye ilan verip, mahkeme açıp, fakülteye öyle gitmem gerekiyormuş. Ben allahtan teslim almadım da direkt kağıdı aldım götürdüm gibi oldu. Şey muhabbeti var ya; “kaybettikten sonra geri çıkmıyor,” doğruymuş yani.


N: Son soru olarak, henüz -sürecin herhangi bir yerinde- ama özellikle başlarında, açılamamış, sürecin ne olduğunu tam olarak bilmeyen birine ne söylemek istersin? Biri sana o zamanlar ne söyleseydi iyi hissederdin?

U: Aslında birçok şey. Şunu gözlemledim: Gerçekten her zaman kendimizi “tuhaf, farklı, eksik, yetersiz, değişik” hissediyoruz. Bunun ne olduğu bir noktada belli ediyor kendini ve o zaman o hamleyi yapıyorsunuz. Hiçbir şey için acele etmeyin. Benim “keşke daha erken başlasaydım” dediğim oluyor, ama belki de doğru zaman o zamandır. “Evet, ben buyum.” dediğiniz anda her şey başlıyor. Eğer bir cinsiyet uyumlama sürecine başlayacaksanız kimse duramıyor önünüzde. Ne olursa olsun önemli olanın kendi mutluluğunuz olduğunu idrak ediyorsunuz. Her şeyi boş verip; eğer sürece başlamaya karar verirseniz kendinizin önemli olduğunu anlıyorsunuz. Nasıl mutlu hissediyorsanız öyle... Kimse, kimse için bir şey yapmak zorunda değil. Süreç olunca konu, herkesin kendini düşünmesi lazım. Sizi gerçekten seven insanlar yanınızda oluyor. Çünkü bu kimsenin suçu olmadığı için, normal bir şey olduğu için ve karakteriniz aynı olduğu için… Sadece o cesaret doğru anda geliyor. Tabii ki süreç zor. Kolay değil yani... Ama zaten o gücü buluyorsunuz. O gücü gözlemledikçe farklı ve mutlu olunuyor. 


N: Peki, ilk defa bu kadar detaylı bilgi edinmiş veya algısı açık olan bilgisiz birileri için, genel olarak ne söylemek istersin? Toplum olarak neye ihtiyacımız var sence? Ne yapmalıyız biz?

U: Aslında güzel bir noktaya değindin. İnsanlar hiçbir şeylerini anlatmıyorlar. Kimse kimseye ne hissettiğini söylemiyor. Herkes herkese ne hissettiğini söylesin. Benim gibi bir sürü insan var. Bu çok basit: Anne babanın sorunlu bir ilişkisi vardır, dünyanın sonu gelmiş gibi hissediyorsundur. Aslında konuşsan, belki arkadaşın da aynı şeyi hissediyor. O yüzden konuşmalıyız, dertleşmeliyiz. Eğitim, kendini geliştirme, farklı şeylere açık olma… Bu fanustan çıkabilmek şart yani. Bunları geliştirdikçe birçok şey de değişebilir, ama sevmek de önemli. Herkes, herkesi sevsin :)!


N: Benim başka sorum yok, senin var mı eklemek istediğin bir şey?

U: Yok. Ben çok teşekkür ederim. 

N: Asıl ben çok teşekkür ederim sana. 

 
 
 
Previous
Previous

Çocuğumu İlk Regl Deneyimine Nasıl Hazırlayabilirim?

Next
Next

Tanışman Gereken 5 Kadın